Kur'an-ı Kerim VÂKIA Suresi

share on facebook  tweet  share on google  print  
VÂKIA Suresini Arapça ve Türkçe olarak okuyabilir, dinleyebilirsiniz. Ayrıca bir alt satırdaki mp3 dinle menüsünün altındaki VÂKIA Suresini mp3 olarak bilgisayarınıza indirebilirsiniz.
direction_left
direction_right

Kur'an Dinle

Kur'ân dinlemeye başlamak için bir Hafız seçiniz.
Hafız Abu Bakr al Shatri sesinden VÂKIA Suresi dinle!
Hafız Maher Al Mueaqly sesinden VÂKIA Suresi dinle!
Hafız Mishary AlAfasy sesinden VÂKIA Suresi dinle!
56 - VÂKIA suresini bilgisayarına indir
VÂKIA

Bismillâhirrahmânirrahîm

O vakıa (müthiş olay) vuku bulduğu zaman.
Onun vuku bulmasını yalanlayan (kimse) yoktur.
O; alçaltıcıdır, yükselticidir.
O zaman arz (yeryüzü) şiddetli bir sarsıntıyla sarsılmıştır.
Ve dağlar ufalanarak parçalanmıştır.
Böylece dağılıp toz zerrecikleri haline gelmiştir.
Ve (o zaman) siz üç sınıfa ayrılmış olursunuz.
İşte ashabı meymene [meymene sahipleri, amel defteri (hayat filmleri) sağından verilen cennetlikler], (ama) ne ashabı meymene!
Ve ashabı meşeme [meşeme sahipleri, amel defteri (hayat filmleri) solundan verilen cehennemlikler], (ama) ne ashabı meşeme!
Ve sabikunlar (hayırlarda yarışıp ileri geçenler), sabikunlar.
İşte onlar (sabikunlar). Mukarrip (Allah’a yaklaştırılmış) olanlardır.
(Onlar), naim cennetlerindedirler.
(Onlar), evvelkilerden bir ümmettir.
Ve (onların) birazı sonrakilerdendir.
Altın ile örülmüş, mücevherlerle (inci ve yakutla) süslenmiş tahtlar üzerinde.
Onların üzerinde karşılıklı olarak yaslananlar onlardır (mukarrebun olanlardır).
Onların etrafında halidun olan (ölümsüz) gençler dolaşır.
Akan pınarlardan doldurulmuş kâseler, ibrikler ve billur kadehler ile.
Ondan (o şaraptan) başları ağrımaz ve sarhoş olmazlar.
Ve arzu ettikleri meyvelerden.
Ve canlarının çektiği kuş etlerinden (sunulur).
Ve harika güzel gözlü huriler (vardır).
Sanki saklanmış inci tanesi gibi.
Yapmış olduklarının mükâfatı olarak.
Orada boş bir söz işitmezler ve günaha girmezler.
Sadece selâm, selâm sözü söylenir.
Ashabı yemin [yemin sahipleri, amel defterleri (hayat filmleri) sağından verilenler], (ama) ne ashabı yemin!
(Ashabı yemin), dikensiz sedir ağaçları arasında.
Ve meyveleri kat kat dizili muz ağaçları (arasında).
Ve uzayan gölgeler (içinde).
Ve çağlayan sular (arasında).
Ve pekçok meyveler (arasında).
Eksilmeyen ve yasaklanmayan.
Ve yüksetilmiş döşeklerdedirler (tahtlardadırlar).
Muhakkak ki Biz, onları yeni bir inşa (yaratılış) ile inşa ettik (yarattık).
Böylece Biz, onları bakireler kıldık.
Eşlerine düşkün, aynı yaşta olarak.
Ashabı yemin [yemin sahipleri, amel defterleri (hayat filmleri) önünden ve sağından verilenler] için.
(Onlar) evvelkilerden bir ümmettir.
Ve de sonrakilerden bir ümmettir.
Ve ashabuş şimal [şeamet (kötülük), meşeme sahipleri, amel defteri (hayat filmleri) sollarından verilenler, cehennemlikler], (ama) ne ashabuş şimal!
(Ashabuş şimal), semum (iliklere işleyen bir sıcaklık) ve hamim (kaynar su) içindedir.
Ve kara dumandan bir gölge ki.
Ne serinleticidir ne de rahatlatıcıdır.
Muhakkak ki onlar, daha önce mutrafi idiler (varlık içinde zevklerine dalmışlardı).
Ve onlar, büyük günahta ısrar ediyorlardı.
Ve şöyle diyorlardı: “Biz öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuz zaman mı? Biz gerçekten, mutlaka beas mı edileceğiz (yeniden mi diriltileceğiz)?”
Ve evvelki (bizden önce ölen) babalarımız (atalarımız) da mı?
De ki: “Muhakkak ki evvelkiler ve sonrakiler de (diriltilecek).”
Malûm (bilinen) günün, belirlenmiş bir vaktinde mutlaka toplanılmış olacaklardır.
Sonra siz, ey gerçekten dalâlette olan yalanlayıcılar!
Siz mutlaka zakkum ağacından yiyecek olanlarsınız.
Böylece karınlarını onunla dolduracak olanlarsınız.
Sonra da onun üzerine hamimden (kaynar sudan) içecek olanlarsınız.
Öyle ki, içtikçe susayan hasta develerin içişi gibi içecek olanlarsınız.
(İşte) bu, onların dîn günündeki ziyafetleridir.
Sizi Biz, Biz yarattık. Hâlâ tasdik etmiyorsanız.
Öyleyse akıttığınız meni nedir, gördünüz mü (ne olduğunu idrak ettiniz mi)?
Onu siz mi yaratıyorsunuz yoksa yaratan Biz miyiz?
Sizin aranızda ölümü Biz, Biz takdir ettik. Ve Biz, önüne geçilmiş (veya geçilebilecek) olan değiliz (bu takdirimizi kimse bozamaz).
Sizin (dünya hayatındaki) emsallerinizi (bedenlerinizi), (ölümle) değiştirmemiz ve (ahiret âlemi için) sizi, bilmediğiniz bir şekilde (yeniden) yaratmamızda (Bizi geçecek yoktur).
Ve andolsun ki, ilk neş’eti (yaratılışı) bildiniz, hâlâ tezekkür (tefekkür) etmiyorsanız.
Öyleyse ektiğiniz ekin nedir (onu) gördünüz mü? (Her bitkinin tohumundan kendi türüne has yeni bir bitkinin yetişmesi için gerekli olan şifrelerin ve gelişim programının, ektiğiniz tohum içinde saklı olduğunu biliyor musunuz, idrak ediyor musunuz?)
Onu siz mi yetiştiriyorsunuz, yoksa onu yetiştiren Biz miyiz?
Eğer Biz dileseydik, elbette onu kuru ot kılardık (yapardık). O zaman siz şaşırıp kalırdınız.
Gerçekten biz ziyana uğrayanlarız.
Hayır, biz mahsulden (üründen) mahrum bırakılanlarız (derdiniz).
Ayrıca siz, o içiyor olduğunuz suyu gördünüz mü?
Onu (suyu) bulutlardan siz mi indirdiniz, yoksa indiren Biz miyiz?
Eğer dileseydik, onu acı kılardık (yapardık), öyle ise (niçin) hâlâ şükretmiyorsunuz?
Ayrıca o yaktığınız ateşi gördünüz mü?
Onun ağacını siz mi inşa ettiniz, yoksa inşa eden (halkeden) Biz miyiz?
Biz, onu (ateşi) bir ibret ve çöl yolcuları (sahrada konaklayanlar) için bir meta (ısı ve ışık kaynağı) kıldık.
Artık Rabbini “Azîm” ismi ile tesbih et.
Artık hayır! Yıldızların mevkilerine yemin ederim.
Ve muhakkak ki o, gerçekten çok büyük bir yemindir, keşke bilseniz.
Muhakkak ki O, gerçekten Kerim olan Kur’ân’dır (Kur’ân-ı Kerim’dir).
Mahfuz (korunmuş) olan bir Kitap’tadır (Levhi Mahfuz’dadır).
O’na, tahir olanlardan (maddî ve manevî arınanlardan) başkası dokunamaz.
Âlemlerin Rabbi tarafından (kısım kısım, âyet âyet) indirilmiştir.
Yoksa siz, bu söze inanmayan, şüphe eden kimseler misiniz?
Ve siz, yalanlamış olmanızı kendinize rızık ediniyorsunuz. (Kur’ân’daki sözlerin âlemlerin Rabbi tarafından indirildiğinden şüphe ettiğiniz için rızkınız, nasibiniz sadece yalanlamak oluyor.)
O halde can boğaza gelmiş olsa değil mi ki (siz öylece).
Ve siz, o anda (ona öylece, bir yardım yapamayarak sadece) bakarsınız.
Ve Biz, ona sizden daha yakınız fakat siz görmezsiniz.
Öyleyse eğer siz (amellerinizin karşılığında) ceza görecek kimseler değil iseniz.
Eğer siz sadıklarsanız, onu geri çevirirsiniz.
Fakat o eğer mukarrebin olanlardan (Allah’a yakın olanlardan) ise.
O taktirde, ferahlık, huzur, güzel kokulu bitkiler ve naim cenneti vardır.
Fakat yemin sahiplerinden (ashabı yeminden yani hayat filmleri sağından verilenlerden) ise.
O zaman ashabı yeminden (hayat filmleri sağından verilenlerden) “sana selâm olsun” (denir).
Ve fakat dalâlette olan ve yalanlayanlardan ise.
O taktirde kaynar sudan bir ziyafet vardır.
Ve alevli ateşe atılma vardır.
Muhakkak ki bu (anlatılanlar), elbette o (verilen haberler), Hakk’ul yakîn’dir (yakîn olan haktır, kesin olarak gerçektir).
Artık Rabbini “Azîm” ismi ile tesbih et.
0
سورة الواقيـة
bismillah
إِذَا وَقَعَتِ الْوَاقِعَةُ ﴿١﴾
لَيْسَ لِوَقْعَتِهَا كَاذِبَةٌ ﴿٢﴾
خَافِضَةٌ رَّافِعَةٌ ﴿٣﴾
إِذَا رُجَّتِ الْأَرْضُ رَجًّا ﴿٤﴾
وَبُسَّتِ الْجِبَالُ بَسًّا ﴿٥﴾
فَكَانَتْ هَبَاء مُّنبَثًّا ﴿٦﴾
وَكُنتُمْ أَزْوَاجًا ثَلَاثَةً ﴿٧﴾
فَأَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ مَا أَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ ﴿٨﴾
وَأَصْحَابُ الْمَشْأَمَةِ مَا أَصْحَابُ الْمَشْأَمَةِ ﴿٩﴾
وَالسَّابِقُونَ السَّابِقُونَ ﴿١٠﴾
أُوْلَئِكَ الْمُقَرَّبُونَ ﴿١١﴾
فِي جَنَّاتِ النَّعِيمِ ﴿١٢﴾
ثُلَّةٌ مِّنَ الْأَوَّلِينَ ﴿١٣﴾
وَقَلِيلٌ مِّنَ الْآخِرِينَ ﴿١٤﴾
عَلَى سُرُرٍ مَّوْضُونَةٍ ﴿١٥﴾
مُتَّكِئِينَ عَلَيْهَا مُتَقَابِلِينَ ﴿١٦﴾
يَطُوفُ عَلَيْهِمْ وِلْدَانٌ مُّخَلَّدُونَ ﴿١٧﴾
بِأَكْوَابٍ وَأَبَارِيقَ وَكَأْسٍ مِّن مَّعِينٍ ﴿١٨﴾
لَا يُصَدَّعُونَ عَنْهَا وَلَا يُنزِفُونَ ﴿١٩﴾
وَفَاكِهَةٍ مِّمَّا يَتَخَيَّرُونَ ﴿٢٠﴾
وَلَحْمِ طَيْرٍ مِّمَّا يَشْتَهُونَ ﴿٢١﴾
وَحُورٌ عِينٌ ﴿٢٢﴾
كَأَمْثَالِ اللُّؤْلُؤِ الْمَكْنُونِ ﴿٢٣﴾
جَزَاء بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿٢٤﴾
لَا يَسْمَعُونَ فِيهَا لَغْوًا وَلَا تَأْثِيمًا ﴿٢٥﴾
إِلَّا قِيلًا سَلَامًا سَلَامًا ﴿٢٦﴾
وَأَصْحَابُ الْيَمِينِ مَا أَصْحَابُ الْيَمِينِ ﴿٢٧﴾
فِي سِدْرٍ مَّخْضُودٍ ﴿٢٨﴾
وَطَلْحٍ مَّنضُودٍ ﴿٢٩﴾
وَظِلٍّ مَّمْدُودٍ ﴿٣٠﴾
وَمَاء مَّسْكُوبٍ ﴿٣١﴾
وَفَاكِهَةٍ كَثِيرَةٍ ﴿٣٢﴾
لَّا مَقْطُوعَةٍ وَلَا مَمْنُوعَةٍ ﴿٣٣﴾
وَفُرُشٍ مَّرْفُوعَةٍ ﴿٣٤﴾
إِنَّا أَنشَأْنَاهُنَّ إِنشَاء ﴿٣٥﴾
فَجَعَلْنَاهُنَّ أَبْكَارًا ﴿٣٦﴾
عُرُبًا أَتْرَابًا ﴿٣٧﴾
لِّأَصْحَابِ الْيَمِينِ ﴿٣٨﴾
ثُلَّةٌ مِّنَ الْأَوَّلِينَ ﴿٣٩﴾
وَثُلَّةٌ مِّنَ الْآخِرِينَ ﴿٤٠﴾
وَأَصْحَابُ الشِّمَالِ مَا أَصْحَابُ الشِّمَالِ ﴿٤١﴾
فِي سَمُومٍ وَحَمِيمٍ ﴿٤٢﴾
وَظِلٍّ مِّن يَحْمُومٍ ﴿٤٣﴾
لَّا بَارِدٍ وَلَا كَرِيمٍ ﴿٤٤﴾
إِنَّهُمْ كَانُوا قَبْلَ ذَلِكَ مُتْرَفِينَ ﴿٤٥﴾
وَكَانُوا يُصِرُّونَ عَلَى الْحِنثِ الْعَظِيمِ ﴿٤٦﴾
وَكَانُوا يَقُولُونَ أَئِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا وَعِظَامًا أَئِنَّا لَمَبْعُوثُونَ ﴿٤٧﴾
أَوَ آبَاؤُنَا الْأَوَّلُونَ ﴿٤٨﴾
قُلْ إِنَّ الْأَوَّلِينَ وَالْآخِرِينَ ﴿٤٩﴾
لَمَجْمُوعُونَ إِلَى مِيقَاتِ يَوْمٍ مَّعْلُومٍ ﴿٥٠﴾
ثُمَّ إِنَّكُمْ أَيُّهَا الضَّالُّونَ الْمُكَذِّبُونَ ﴿٥١﴾
لَآكِلُونَ مِن شَجَرٍ مِّن زَقُّومٍ ﴿٥٢﴾
فَمَالِؤُونَ مِنْهَا الْبُطُونَ ﴿٥٣﴾
فَشَارِبُونَ عَلَيْهِ مِنَ الْحَمِيمِ ﴿٥٤﴾
فَشَارِبُونَ شُرْبَ الْهِيمِ ﴿٥٥﴾
هَذَا نُزُلُهُمْ يَوْمَ الدِّينِ ﴿٥٦﴾
نَحْنُ خَلَقْنَاكُمْ فَلَوْلَا تُصَدِّقُونَ ﴿٥٧﴾
أَفَرَأَيْتُم مَّا تُمْنُونَ ﴿٥٨﴾
أَأَنتُمْ تَخْلُقُونَهُ أَمْ نَحْنُ الْخَالِقُونَ ﴿٥٩﴾
نَحْنُ قَدَّرْنَا بَيْنَكُمُ الْمَوْتَ وَمَا نَحْنُ بِمَسْبُوقِينَ ﴿٦٠﴾
عَلَى أَن نُّبَدِّلَ أَمْثَالَكُمْ وَنُنشِئَكُمْ فِي مَا لَا تَعْلَمُونَ ﴿٦١﴾
وَلَقَدْ عَلِمْتُمُ النَّشْأَةَ الْأُولَى فَلَوْلَا تَذكَّرُونَ ﴿٦٢﴾
أَفَرَأَيْتُم مَّا تَحْرُثُونَ ﴿٦٣﴾
أَأَنتُمْ تَزْرَعُونَهُ أَمْ نَحْنُ الزَّارِعُونَ ﴿٦٤﴾
لَوْ نَشَاء لَجَعَلْنَاهُ حُطَامًا فَظَلَلْتُمْ تَفَكَّهُونَ ﴿٦٥﴾
إِنَّا لَمُغْرَمُونَ ﴿٦٦﴾
بَلْ نَحْنُ مَحْرُومُونَ ﴿٦٧﴾
أَفَرَأَيْتُمُ الْمَاء الَّذِي تَشْرَبُونَ ﴿٦٨﴾
أَأَنتُمْ أَنزَلْتُمُوهُ مِنَ الْمُزْنِ أَمْ نَحْنُ الْمُنزِلُونَ ﴿٦٩﴾
لَوْ نَشَاء جَعَلْنَاهُ أُجَاجًا فَلَوْلَا تَشْكُرُونَ ﴿٧٠﴾
أَفَرَأَيْتُمُ النَّارَ الَّتِي تُورُونَ ﴿٧١﴾
أَأَنتُمْ أَنشَأْتُمْ شَجَرَتَهَا أَمْ نَحْنُ الْمُنشِؤُونَ ﴿٧٢﴾
نَحْنُ جَعَلْنَاهَا تَذْكِرَةً وَمَتَاعًا لِّلْمُقْوِينَ ﴿٧٣﴾
فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظِيمِ ﴿٧٤﴾
فَلَا أُقْسِمُ بِمَوَاقِعِ النُّجُومِ ﴿٧٥﴾
وَإِنَّهُ لَقَسَمٌ لَّوْ تَعْلَمُونَ عَظِيمٌ ﴿٧٦﴾
إِنَّهُ لَقُرْآنٌ كَرِيمٌ ﴿٧٧﴾
فِي كِتَابٍ مَّكْنُونٍ ﴿٧٨﴾
لَّا يَمَسُّهُ إِلَّا الْمُطَهَّرُونَ ﴿٧٩﴾
تَنزِيلٌ مِّن رَّبِّ الْعَالَمِينَ ﴿٨٠﴾
أَفَبِهَذَا الْحَدِيثِ أَنتُم مُّدْهِنُونَ ﴿٨١﴾
وَتَجْعَلُونَ رِزْقَكُمْ أَنَّكُمْ تُكَذِّبُونَ ﴿٨٢﴾
فَلَوْلَا إِذَا بَلَغَتِ الْحُلْقُومَ ﴿٨٣﴾
وَأَنتُمْ حِينَئِذٍ تَنظُرُونَ ﴿٨٤﴾
وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنكُمْ وَلَكِن لَّا تُبْصِرُونَ ﴿٨٥﴾
فَلَوْلَا إِن كُنتُمْ غَيْرَ مَدِينِينَ ﴿٨٦﴾
تَرْجِعُونَهَا إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ ﴿٨٧﴾
فَأَمَّا إِن كَانَ مِنَ الْمُقَرَّبِينَ ﴿٨٨﴾
فَرَوْحٌ وَرَيْحَانٌ وَجَنَّةُ نَعِيمٍ ﴿٨٩﴾
وَأَمَّا إِن كَانَ مِنَ أَصْحَابِ الْيَمِينِ ﴿٩٠﴾
فَسَلَامٌ لَّكَ مِنْ أَصْحَابِ الْيَمِينِ ﴿٩١﴾
وَأَمَّا إِن كَانَ مِنَ الْمُكَذِّبِينَ الضَّالِّينَ ﴿٩٢﴾
فَنُزُلٌ مِّنْ حَمِيمٍ ﴿٩٣﴾
وَتَصْلِيَةُ جَحِيمٍ ﴿٩٤﴾
إِنَّ هَذَا لَهُوَ حَقُّ الْيَقِينِ ﴿٩٥﴾
فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظِيمِ ﴿٩٦﴾
٠
Üye Girişi
e-posta
Parola
Beni hatırla